29 Ağustos 2011 Pazartesi

İyi ki Doğdun Süper Kahraman !

Kısa kesicem . Herkesin çocukluk kahramanı vardır. Tabi benimde vardı . Hayatta dansını yapamadığım biri benim kahrmanımdı . Evet Michael Jackson . Who is it şarkısını dinlerken keyif alırdım başka diyarlara giderdim .

 MJ yi farklı gösteren belkide özgün olmasaydı . Kendine özgü bir tarzı dansı giyimi vardı. 30 sene hiç sönmeyen bir ustadan bahsediyoruz . Evet beat it bir çok değişim ile karşımıza çıksada en güzeli kendisinin ilk yaptığı idi . Klipleri en az 7 dakika sürerdi . Bir müzikal gösteri havasındaydı . Özel hayatına karışan ve sorgulayan insanlar oldu . Hatta bir ara çocuk tacizcisi oldu . Güya beyaz olmuş günahmış sanane ! İnsanları yaptığı işler ile değerlendirmek daha onurlu ve mantıklı bir davranıştır . İşte MJ en büyük işi çıkardı. hala dansını taklit etmeye çalışan milyonlarca insan bulabilirsiniz. Şapkası kravatı o bilekteki pantolonu ile MJ hiç bir zaman unutulmayacak bir idoldür. Onu unutmak aptallık olur . MJ 90 larda duydum ama 2000 lerde hep videolarını müziklerini dinlerdim . Kuru kafa adam . kliplerinde çoğu kez kahramandı . enci bonus kafalı bir çocuktan beyaz bir kral doğdu .

  Tarih 29 ağustos 2011 iyi ki doğmuşsun kahramanım . Asıl kral sensin..

Ellerini Göremedim Yine

 Yine yoklar işte. Yine benimkiler seninkileri arıyor . Evet evet bahsettiğim tahmin ettiğin şey . Ellerin yok yine . Benim ellerim soğuk. Çok hemde . Sanki buzullarda yaşıyor gibiyim . Sanki burada hiç güneş açmıyor . Burası sanki hep kış . Sankiler aslını yaşatıyor ellerin yok sanki değil yok işte !

  En çok gözlerinde kaybolmak isterdim . Hiç bulunmamak . Hep orada gezmek koşmak uyumak. Senin olan her  şeye dokunmak o kadar güzel ki dokunduğun yerlere dokunmak bile heyecanlı. Saçların var bana yol olan . bakıp doyamadığım gözlerin . Belki uzaktan baktım ama gördüm onları . Çok güzellerdi . Seni düşünmekte güzel . Senin için ağlamak gözyaşı dökmek senin için tüm insanlığı hiçe sayıp sadece seni düşünmek var . Sol yanım .. Sen nasılsın merak etmiyorum . Çünkü benim ki meraktan çıktı artık . Ellerim yine ellerini arıyor . Ellerim öksüz kaldı . Uzun zamandır deli divane geziyor sokaklarda kafası hafiften ayyaş sağa solaçarparak yürüyor . Ellerini arıyor. Ama bulamıyor ki .. Sende hiç yardımcı olmuyorsun be sol yanım. Biraz destek olsan ya ellerini yaklaştırsan ya ben tutarım hemen kendime değil ellerime üzülüyorum . Onları öyle öksüz görmeye dayanamıyorum işte ver onları bana .

  Ama vermezsin ki . Nerden vereceksin ? Nasıl vereceksin ? İstemezsin sen . O kadar iyi değilsindir değil mi ?  öksüzlere acımazsın sen acısaydın bu gece ellerini görürdüm sol yanım . Her gece olduğu gibi yine ellerini göremedim sevgilim..

Şarkılar Seni Söyler

 Her gece içimi seninle parçalamayı seviyorum . İnsanın içi parçalanınca zevk alır mı ? Ben alıyorum . Çünkü onun için parçalanıyor onun ismi var . Bundan zevk alıyorum . Senden zevk alıyorum . Bugün seni diğer günlerden daha çok özledim her gün daha fazla özledim . Her saniyem seni kıskanıyor . Günler seni götürüyor sanki..

 Acı her şey . Tat yok . Gülüşünün olmadığı hiç birşey de bir gram zevk yok . Anlamsız işte . Tüm şarkılar sank,i hepsi seni söylüyor bana inat yapıyorlar . Hepsi toplandı sen diye . Üstüme geliyorlar . Savunamıyorum . Kaldıramıyor omuzlarım . Ama onlarıda seviyorum inanırmısın halimden memnunum ben . Onlarda da sen varsın . Uyurken düşünüyorum aklıma gelme . Ama olmuyor . Ağlamıyorum aslında , sensizlikten uyku girmeyeb gözlerim i ıslatıyorum . Kapansınlar .Gelme artık hayalim olma . Hangi sure ismini unutturur sol yanım ? Ben bilmiyorum sen söylesene ? Kırıldım sol yanım . Yokluğundan paramparça oldum . Birleştirmeye çalışan maskeliler var . Onlar yapamaz beceremezler . Sen olamazlar ki . Bilmiyorlar ki tüm şarkıların seni söylediğini . Duymuyorlar ki anlamıyorlar anlayamıyorlar . Toplamasın kimse kırıklarımı birleştirmesin olmaz sol yanım yapamaz onlar ben yine dağılırım .

 şimdi bir tane senin için yakacağım gerçi bu kaçıncı . Hepsi senin için oluyor . Hadi sol yanım karşılıklı yakabilirdik bu sigarayı şimdi. Ama yoksun . sen içme sana bakıp içmeye razıyım ben . Şimdi tüm şarkılar seni söylerken ben ruhumu gıdasız bırakıyorum . Dinlemiyorum artık sevgili Şarkılar seni söyler hep ben dinlemiyorum artık ..

27 Ağustos 2011 Cumartesi

Kurt Cobain İntihar Notu

Boddah'a Hitafen;

Daha çocukça şikayetleri olan, tükenmiş, deneyimli bir ahmağın ağzından konuşuyor olmak... Bu bayağı kolay anlaşılabilir bir not olmalı. Yıllar boyunca, diyelim ki, cemiyetimizin serbestliği ve benimsemesi ile ilgili ahlak punk rock 101 derslerinden alınan şikayetlerin ne kadar doğru olduğu kanıtlanmaktadır. Çok uzun zamandır okuyup, yazmakla brisket dinlemekten, yaratmaktan da olduğu gibi heyecan almadım. Bunlar için kelimelerle anlatılamayacak bir suçluluk duyuyorum.

Mesela sahne arkasındayken ve ışıklar sönüp kalabalığın çılgın tezahüratı başladığında, beni hayran olduğum ve kıskandığım Freddy Mercury'ye olduğu gibi etkilemedi. Gerçek şu ki sizi aptal yerine koyamam hiçbirinizi. Aklıma gelen en kötü suç, insanlara karşı sahtekarlık yapıp yüzde yüz eğleniyormuşum gibi görünerek dolap çevirmektir. Bazen sahneye çıkmadan önce mesai makinesine kart zımbalayacak gibi oluyorum. Gücümün yettiğince buna değer vermek için her şeyi denedim ve deniyorum. Tanrim, inan bana deniyorum ama bu yeterli olmuyor. Benim ve bizim birçok insanı etkilediğimiz ve eğlendirdiğimiz gerçeğine saygı duyuyorum. Elden kaybolduktan sonra kıymet veren biri o narsisistlerden biri olur. Ben çok hassasım. Bir zamanlar bir çocukken sahip olduğum hevesi yeniden kazanmak için biraz uyuşmaya ihtiyacım var. Son 3 turumuzda şahsen tanıdıklarıma ve müziğimin hayranı olan tüm insanlara çok değer verdim ama hala herkes için beslediğim öfke, suçluluk ve anlayışı aşamadım.

Hepimizin içinde iyilik var ve sanırım insanları çok fazla seviyorum. Öyle çok ki bu beni mutsuz hissettiriyor. Üzgün, küçük, hassas, değer vermeyen bir balık burcu, İsa oğlum!İhtiras ve anlayış yemini eden cazibeli bir karım var ve bana eski halimi çok fazla hatırlatan bir kızım. Sevgi, neşe dolu, her gördüğü insanı öpüyor çünkü herkes çok iyidir ve ona zarar vermez! Frances'in üzgün, kendine zarar veren ölü bir rocker olduğumu düşünecek olmasına dayanamıyorum.

İyi yapıyorum, çok iyi ve minnettarım, ama yedi yaşından beri insanlara karşı genel bir nefret duydum. Sırf insanlarla iyi geçinmek için ve anlayış sahibi olmak kolay görünüyor diye. Anlayış! Sanırım sadece insanların çok sevdiğim ve onlara çok üzüldüğüm için. Geçen yıllar boyunca mektuplarınız ve ilgileriniz için hepinize teşekkür ediyorum. Ben çok kararsız, ümitsizim. Artık eski tutkum yok ve şunu hatırla, sönüp gitmektense yanmak daha iyidir.

Barış,
sevgi,
anlayış...
Frances ve Courtney sunağınızda olacağım.
Lütfen devam et Courtney
Frances için
Hayatı çok daha mutlu olacak bensiz..
Sizi seviyorum sizi seviyorum "



Boddah, Kurt Cobain'in küçük çocukken kendince yarattığı ve varlığına inandığı kahramanıdır. ( alıntı )

25 Ağustos 2011 Perşembe

Güle Güle Jobs ...

 Ve bir yoktan var olduşu kanıtlayan Tanrının yarattığı bir zeka dehasından bahsetmek istiyorum . Tüm dünya nın tanıdığı bu adam hiçten var olmuş bir adam . Teknoloji deyince evet bu o adam dedirten şahıs . Hayatını okuduğumda gözlerimi parıltan bu adamın yaşamı konusunda kendi duygularımlar yazı yazmaya karar verdim . Örnek aldığım bu adam istifa etti .  Güle güle yazısı yazmayı düşündüm .

 Ailesinden maddi anlamda destek görmeyen jobs bir aile tarafından evlatlık alınır . Jobs lise yıllarında zeki bir öğrenci olup üniversite hayatını hep kaçamak geçiren biriymiş . Yokluktan durumu pek te iyi olmasa da onu üniversiteye yolluyacakları bir Aileye verirler . Jobs üniversite de pek te başarılı oamayn jobs ya atılır ya da kaçan bir çocukmuş . en son reed kolejine başvurmuş oradan da kısa süre sonra ayrılmış . Bu işe bir ortağı ile daha başlayan jobsun ilk çalışma alanı bir garaj . Evet yoktan var olmaya başlayan adam bu işe garaj da başlıyor . tolu bir yerde işe başlayan jobs kısa sürede büyüyordu . Ve ilk bilgisayarları elmaya adını verdikleri ilk bilgisayar hazırdı ! APPLE 1  666.66$ a satılıyordu . Jobs ve Ortağı yavaş yavaş büyüyordu . yok satan bu üründen sonra garajda kurulan iş alanı devesa bir şirkete dönüşüyordu .Apple ın büyümesi için yönetici gerekiyordu onlarda pepsinin ceo sunu şirkete alacaklarda . İlginç bir ikna tekniği kullanan jobsun sözleri şunlardı ; Ömrünün sonuna kadar sadece şekerli su mu satmak istiyorsun yoksa dünyayı mı değiştirmek istiyorsun ? evet baya basit ve etkili bir söz ben etkilendim . ve ardından yeni ürünler yeni cihazlar apple harikalar yaratıyordu .Jobs inatcı artislik bir yöneticiydi fakat oluşan kavgalar sonucu Şirketten atılıyordu evet apple kurucularından biri artık orada yoktu . Yeni bir şirket kurmaya başlıyan Jobsun yeni şirketinin adı NeXt computer i kurdu burada hırs ile büyüyen jobs bazı scriptlerin geliştirilmesinde yardımcı oldu açıkçası jobs çok çalışkandı.  Apple şirketi, Jobs'u kurduğu şirkete geri getirmek için NeXT'i 429 milyon dolar karşılığında satın aldı . Jobs artık evindeydi.  Ayrıca pixarın kurucu bu adam bir böcekten ilham alarak harika bir stüdyo kurmuş ve dünyayı sallayan dev animasyonlara imza atmıştır .


Yukarıda bahsettiğim adamdan hastalığına rağmen yenilmemiş yaşamdan vazgeçmemiş bir kahraman . Teknoloji ile dalga geçen bir adam . Jobs bugün istifa etti . hastalığından dolayı . Ben teknolojinin elmasını unutmayacağım . Saçma sapan ünlüleri örnek alcağınıza stve jobs denen şaheseri örnek almanız sizi gerçekten ileri götürür . İyileşmesini bekliyorum zamanı yetseydi bb yi kalbe yerleştirildi . Bunu yapabilir. Güle Güle Jobs . Ölürsen ağlarım..

Nisan Ayına Tekrar Dönmek Artık Çok Mu Zor ?


Nisan ayı .. Ben hiç bir ayı bu kadar çok sevmemiştim . Hiç bir ay bu kadar heyecan vermemişti , hiç bir ay hastayken bu kadar iyi hissettirmemişti . Ah Nisan ayı kızım olursa adnı ona verecem. O kadar sevdim seni . Nisan ayı her gelişin artık mutluluk gidişin hüzün verecek . Çünkü senden sonra gelen ayıs vardı . Tüm ışıkları söndüren ..

 Aslında Nisan ayından nefret ederdim . Önceleri haz etmezdim neden mi ? tam ortası çünkü tatil ve okulun tam ortası . Her şey sıkıcı gerizekalı 1 nisan şakaları . Evet 1 nisan gelirdi marttan kalan kediler gidersi şakacı eşekler gelirdi . Nisanda her şey başladı . Uzun zamandır tanıyordum ama Nisan da oldu her şey . tüm yakınlaşma ve 27 nisan da da biz olma kararı aldık evet Nisanı sevme sebebim . Enteresan bir olay değil . Herkeste olan buruk bir aşk sızıntısı demek istiyorum . Onu görmemiştim . Hiç görmediğim birine tutuldum lan . Gayet anlamsız ironik bir durum . Ama olmaz öyle şey demeyin . oluyor abi .. Biliyorum herkese olmuştur . Gülüşünü hayal etmek öldürür insanı parçalar mahveder . Özledim abi .her gece gündüz oluyor böyle .İnsan kabullenemiyor Nisan gelsin bitmesin istiyorum ne olur geri dönelim ? 


   Pişmanlıklarım var . Omuzlarıma yüklenmişler sanki . Keşke daha sonra olsaydı Keşke bu kadar erken olmasaydı . Ah tüm keşkeler sanki hepsini ben tüketiyor gibiyim . Geri dönmem ama bilmeni istedim . Ben özledim ...

Güzel Kızlar ve Beğenmediğim Çirkin Sevgilileri


 Biraz mizahi bir yazı olacak elki de kıskanç diyeceksiniz ama istediğinizi deyin abi hazmedemiyorum . Bazen hareketleri görüyorum yok şaka bazen rüya falan diyorum soğuyorum güzel kızlardan .

 Güzel kızlar bu yakışıklı erkekler çirkin kızlardan ne buluyor diyorsunuz ya hani . Ben açıklayayım hemen ; siz çirkin adamlarla çıkınca bizede çirkinler kalıyor malesef . Bazılarını görüyorum tutup kolundan çekmek istiyorum . Tamam hepiniz yakışıklıya bakmıyorsunuz ama konuşmaya bakıyorum ..... Geçende çok masum saf görünümlü bakınca insanı hoş eden bir kız gördüm evet duygularımın değişmesi ilişki durumunda kRoNiq eRqAn xP kişisini görene kadar sürdü . Nedir bu abi şaka mı ?hadi dış görünüşü geçtim diyelim abi ismi böyle olan bir adamın karakteri nasıl olabilir ki ? Bide at gibi ensesi ve dar paça pantolonu vardı poşiyide takmış kulağına da basmış ışık efektini küpe takmış yaa belli olsun . Anlamadığım acaba yönetemediğiniz erkeklerden hoşlanmıyormusunuz ? ya da zayıf karakterli erkeklerden mi hoşlanıyorsunuz ? Bence siz doğruları söyleyen bir adam yerine sizi yalanları ile pohpohlayan erkeler hoş mu ? ulan dünyanın en yakışıklı erkeği deseler bana acaba kronik bilmem neyle çıkarmıyım ?

 Çok anlamsız geliyor bana ama insan kendisi pohpohlayan birini sevebilir mi ? Doğruları söyleyen hep 9 köyden kovulmak zorunda mı ? Bir kere de yalancı maskeliyi siktir etseler olmaz mı?

Tanrı Görür ..


Bazen çok istersin ve o an hiç kimse umursamaz ya hani seni ? İşte sen o zaman tabrının aklına getirirsin . O zaman onun var olduğunu hatırlarsın . O da seni umursamayınca isyan edersin . Halbuki tanrı o an sana yardım etmiştir ve sen bunu farketmemişsindir .

Evet çocuk ! dünya daki belki de en önemli unsurlardan biridir sadakat . İnsanlar en çok köpekleri sever kedileri değil . Kedi olursan herkes seni sever tabi bir süre sonra kaybolup gidersin . Köpek isen her zaman varlığın rahatlatır . Kimse seni pohpohlamaz ama her zaman ihtiyaç duyulursun . Sadık olmalısın her şeye herkese dinine özgürlüğüne haklarına kız arkadaşına aşkına işine . Sadakat elle tutulamayan herkeste olmayan bir kavramdır bir değerdir hazinedir . Sadakat her şeyin başıdır . Sadık olan insan en sonunda kazanacktır .

  Bu hayatta yalnızsın diye üzülme . Belki sigaranı yalnız başına içiyorsun . Belkide dumanını verirken birinin yanında olmasını istiyorsun . Ama seni rahatlatayım . Sen sadıktın . Ve bir gün kazanacaksın . Tanrı görür ..

23 Ağustos 2011 Salı

Papatya ..

sadece üç günlük ömrü olan kelebek papatyaya aşık olur. ancak öleceğine saatler kala"senı seviyorum"der. papatya sadece "bende"diyebilir ve kelebek ölür. ona sevdiğimi neden zamanında söyleyemedim diye papatya üzüntüsünden hasta olur. yapraklarını dökmeye başlar, döktüğü her yaprakta "seni seviyorum"der sonunda ölür. işte bugünden berı sevdiğini söyleyemeyen herkes,papatyaya sorar"seviyor mu sevmiyor mu " diye...

İntiharcı Çocuğun Son Günleri

Kendimi görebiliyorum şimdiden
bütün o intihar günlerinden gecelerinden sonra
canı sıkkın, tapon bir hemşirenin elinde
(o da ancak şansım yaver gider, ancak ünlenebilirsem)
o kupkuru huzur evlerinin birinden taşınırken...
tekerlekli iskemlemde dik dik oturur...
gözlerim kafatasımın karanlığına kaymış, neredeyse kör,
azrailin göstereceği merhameti beklerken...

'Ne güzel gün değil mi Bay Bukowski? '
'Yaa, evet öyle...'

çocuklar geçer gider, ben yokum bile
tatlı kadınlar geçer gider
kocaman kızgın belleriyle
sımsıcak kalçalarıyla taş gibi kızgın heryerleriyle
sevilmek için yalvara yakara
geçer gider kadınlar, ben—
yokumdur bense.

'Bu üç gündür çıkan ilk güneş Bay Bukowski'
'Yaa, evet, öyle'

İşte oturuyorumdur tekerlekli iskemlemde
bu kâğıttan daha beyaz,
kanı çekilmiş,
beyni gitmiş, kumarı kesik, ben, Bukowski
bitmiş, gitmiş...

'Ne güzel gün değil mi Bay Bukowski? '

'Yaa, evet, öyle...' derim, pijamalarıma işerken
salyalar akar ağzımdan.

İki öğrenci koşarak geçer gider.
'Hey, gördün mü şu moruğu? '
'Yaa evet, midemi kaldırdı valla! '

bütün o intihar tehditlerinden sonra
başka biri intihar etti
sonunda yerime...

hemşire tekerlekli iskemleyi durdurup bir gül koparır
verir elime.

anlamam
ne olduğunu bile. Bilmemnem olsa farketmez
neye yarayıp neye yaramadığına bakınca.
 
Charles Bukowski

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Bu Saatte Yapılacak En Güzel İşkence " Özlemek "

 Evet balkonumdayım . Tüm Adanayı görebiliyorum . sigaramı yaktım . ilk dumanı verirken hızlı atarsın sonra ben ağır ağır bırakırım öyle daha zevk alıyorum sanki yaşıyor gibi oluyorum o zaman . Bugün çok özlediğim kötü bir insanı anlatacam size .
 Şimdi diyeceksiniz kötü insan özlenir mi ? Özlenir ... belki onu hiç görmedim . Nasıl güldüğünü bilmiyorum belki ama hissetmek . Bazılarına saçma gelen o duygu .. Sanki yanında nefes alıyor sanki yanında gülüyor sanki seni kokluyor .. Güzel mi değil . ama ben onu hayal ederken o kadar güzelki . Sarılmak koklaşmak ona dokumak .. Heyecanlanıyordum . Gözüme uyku girmiyordu . Ona ulaşmak imkansızdı . zor mesajlaşıyorduk ama uğraşıyordum. oluyordu ona ulaşınca her şey güzel oluyordu . Onun gözlerini hayal etmek ne demek bilirmisin ? Bilemezsin . Çünkü onu kimse benim gibi hayal etmedi edemez de . İzin vermem olmaz işte . Birbirimize gösterdiğimiz bir kaç resimle avunuyorduk heyecanlanıyorduk işte .. Diyecek başka bir sözüm kalmıyor evet sevgilim sanırım özlemişim ..

Bitti işte söyleyeceklerim . Bunlar sadece bir kısmı küçük bir ayrıntı olarak . Bu yazıyı okuyacaksın belki belkide okurken güleceksin ama bugün bir şeylerin olduğunu anladım affetmem belki ama amalar bitmiyor sevgili .. Bak yine sigaram bitti son sözüm bu olsun.

21 Ağustos 2011 Pazar

Bu Yüzden akıllı kadınlara uzaktan bakarsın

Akıllı kadınlar her şeyini verir ve her şeyini alır . Acıları boylarını aşsa da gıkları çıkmaz . Dillerinde pişmanlık cümleleri dolaşmaz . Kendine olan saygılarını ve ayaklar altına almadıkları gururlarına sahip çıkarlar . Kan kusarlar ama kızılcık şerbeti içtiklerini söylerler .

 Akıllı kadınlar erkeklerini başkalarına ezdirmeler . Kendileri ezerler . Bunu gururlarını incitmeden yapmaya çalışırlar ama sonunda haksız hep onlar olur . Onlar önce susar sonra sorgular ondan sonra da cevap verirler . Sustuklarında dillerini dikenli tele dolar , konuşunca önce kendileri kanarlar ... Akıllı kadınların konuşacak çok şeyleri olduğu için suskunlukları da büyük olur  ...

Biliyorum Can Yücel Sıktı Ama


Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun?
 Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek.
 Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun?
 ''Seni seviyorum'' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek.
 Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun?
 Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek birlikte ağlamak gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek...
 Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun?
 Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak.
 Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun?
 Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana... Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek... Aynı mekanlarda aynı yiyecekleri yemek.
 Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun?
 Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara aya anlatmak... Okuduğum kitabın sayfalarında dinlediğim şarkıların türkülerin şiirlerin her mısrasında seni bulmak.
 Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun?
 Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime.
 Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?
 Nereden bileceksin?
 Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi... Isırmazdım dilimin ucunu... Özlemezdim seni yanımdayken.Kıskanmazdım.
 Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda... Yıldızlara aya dert yanmaz, böyle her şarkıda serhoş olmazdım.
 Korkmazdım seni kaybetmekten ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize... Ve her kulaçta haykırırdım seni..
 Ama sen hiç benimle olmadın ki...
YA AKLIN BAŞKA YERLERDEYDİ YA YÜREĞİN...
 Can YÜCEL

Şizofren Aşka Mektup


Hayat soğuk, yağmurlu ve vurdumduymaz bir İstanbul gecesiydi... Ve gece yağan yağmur hep ürkütürdü beni. Yağmur değil yalnızlığımdı pencereleri damla damla yalayan, yıllarımı dolduran sensizlikti... Hep bir yanı yarımlık, hep senden uzaktalık,hayattaki tek 'kimse'mden yoksunluk, yani kimsesizlikti. Bir kavuşma mucizesine inanma yolunda harcanmış bir hayatın ansızın sonuna gelme, ve o mucizeyi yaşayamadan bir başına ölme korkusuydu yağmur…

Yine yağmur yağıyor, yine gece... Yine İstanbul... Ve sen kollarımın arasından sıyrılıp kalkıyorsun yataktan. Nereye gidiyorsun sevgilim?

Sadece sana sarılarak uyuduğumda nefes alabiliyordum. Beni kollarına aldığında, yüzümü masumiyetinin yurduna, o kimsesiz boynuna dayadığımda, kokunu kalbimle soluduğumda... Uykun benim cennetimdi. Çünkü cennet sadece ikimizin olabildiği yerdi benim için. Ne sana aşık kadınlar, ne sevdiklerin, ne geçmişin, ne yarının...Uykunda sadece ikimiz vardık. Aşkıma dar gelen sevgi sözcüklerine ihtiyacımyoktu orada. Sana sevgimi anlatmaya, ispat etmeye ihtiyacım yoktu artık. Aşkımızın kokusuydu sana beni anlatan, sana seni anlatan.... Beni gerçekliğin o soğuk, oköpüklü dalgalarıyla yutan ve alıp alıp senden ötelere savuran hayatın dışındaki tek kaçış tünelimdi uykun.

Önce kolunu çekerdin başımın altından, sonra sırtını dönerdin. Usulca sarılırdım sana arkandan, seninle ya da sensiz geçen yılların hasretiyle... Ardından yavaş yavaş kollarımın arasından sıyrılırdın...Yıllardır taşımaktan yorulmadığım hasretin, tenimden tenime akan o ateş, ağır gelirdi bedenine... Uyuyamıyorum, nefes alamıyorum, lütfen sarılma, derdin... Yatağın bir ucuna sığınmış bedeninden kovulmak, hayatındankovulmak gibiydi benim için. Sığındığım, soluk aldığım tek cennetten kovulmak gibiydi. Beni uykunda terk etmen, gerçek hayatta terk edişinden bile ağır gelirdi. Yanıbaşındaki sensizlik, o rutubetli evimdeki, o baştan ayağa sen olan evimdeki unutulmuşluğumdan çok daha ağır gelirdi.

Seni kaybetme korkusu öyle işlemişti ki hücrelerime...Yataktan doğrulduğun anda bu korkuyla açılırdı gözlerim. Bilinçaltım konuşurdu benim yerime... Su içmek ya da tuvalete gitmek için kalktığın asla aklıma gelmezdi. Gittiğini düşünürdüm yalnızca... O saatte kendi evini terk edip, nereye gidebileceğini sorgulamadan, sadece beni o sonsuz hiçlikte, o en masum rüyada, cennetimizde, uykumuzda bir başına bırakıp, kaybolacağından korkardım. Bana hep aynı soruyu sorduran bu yüzyıllık korkuydu işte: Nereye gidiyorsun sevgilim?

Beni yeniden hayatın içinde, gerçeklerin ortasında bir başına mı bırakıyorsun? Beniyeniden unutuluş sürgünlerine mi gönderiyorsun? Nereye gidiyorsun sevgilim?

Oysa seni uyutmayan içindeki o yangınlı hesaplaşmaydı. Gece iner, aşıklar, yüzler, bedenler, anılar kaybolurdu; sadece ikimiz kalırdık. Ve sen uykunda sevgimlehesaplaşmaya dalardın. Cennette cehennemi hatırlardın.

Dönüp geriye bakıyorum da, sanki yıllar değil yüzyıllar geçmiş aramızdan... Aramızdan ayrılıklar, ihanetler, kayboluşlar, vazgeçişler, yeniden bulmalar, korkular, yalnızlıklar, savrulmalar geçmiş. Ve bu ilişki ne çok biçim değiştirmiş...

Seni yollarca, şehirlerce uzağından sevdim. Seni kelimelerce, şiirlerce yakınından sevdim. Seni dünya üzerinde sanki ilk kez benim için kalemi eline alıp da yazdığın mektuplarca sevdim. Seni umutsuzca, beklentisizce, hayallerce sevdim uzağından. Hayatımı öyle olduğu gibi bıraktım. Şehrine geldim, ama kalbine giremeden sevdim. Neydik biz o yıllarda hiç düşündün mü? Neydik birbirimiz için sevgili?

Geldim. Bana destek olacak, sırtımı vereceğim bir aşkın yoktu arkamda. Kendime yeni bir hayat kuracağım yalanını, kendim dahil, sen dahil herkese söyledim. Oysa tek istediğim seninle birlikte bir hayattı. Öyle cesaretsizdim ki karşında ve öyle açık sözlüydün ki bana karşı, ancak iddiasız bir sığınmacı olabildim hayatında. Hayatına iltica etmek isteyen bir yürek sürgünü... Bir aşk meczubu sadece...

Dürüstlük kimi zaman yalanlardan çok daha acımasızmış, sevgili... Gerçeğin buzdan ülkesinde yapayalnız kalan yürek, hayatta kalabilmek için yalanları bile özleyebilirmiş kimi zaman... Bana aksini ispat etmek için elinden geleni yaptığın o yıllarda, buzlar ülkesinde biraz olsun ısınabilmek için, aslında beni sevdiğin yalanına inandırmıştım ben de kendimi...

Aşkıma kapalı bir kapının önüne bırakılmış yaralı bir kuş gibiydim. İnanacak, bir ibadet gibi yaşayacak tek şeyimdi senin aşkın. Karşılıksız, güvensiz, sessizce yaşanan bir aşk... Nasıl da hoyrattın bana karşı... Kalbinde değil miydim gerçekten? Neydik biz söylesene? O yıllarda senin neyindim ben sevgili? Can yoldaşın mı? Yol arkadaşın mı? Dostun mu? Sevgilin mi? ..

Sonra bir gün geldi ve unutuldum. Ve bu sorular birer birer bıçak gibi saplandı yüreğime ve yüreğimde yanıtlarını buldu. Unutuluş hepsinin acımasız cevabı oldu. Sonrası dipsiz bir karanlık... Sonrası çaresiz bir çıldırış...

Hayata karışmamak için tek kalkanım, tek sığınağımdı aşkın. Tek silahımı yitirdim ve hayata teslim oldum. Aldı beni savurdu başka bedenlere, parçası olamadığım o kırık dökük öykülere...

Kırgınlık kimlik değiştirdi ve vazgeçiş oldu benim için. Unutmanın en ağırı unutamadan unutmaktır. Seni sonsuza kadar kaybetmek kimlik değiştirdi ve unutmak oldu benim için. Seni unuttuğum yalanıyla hayatı kandırmaya çalışınca hayat hiç olmadığı kadar acımasız tokatlar indirdi yüzüme... Sonrası dipsiz karanlık... Sonrası hatırlamaya bile dayanamadığım düş yıkımları... Sonrası kesif, karanlık ve rutubetli bir kuyu... Koskoca bir boşluk... Sonrası 'yalnızlık' kelimesine sığmayacak kadar derin bir yalnızlık...

Kaç zaman sonra bilmiyorum, bir gün geldi ve beni yeniden hatırladın. Yokluğumda kendine kurduğun hayat, beni yasak bir ilişki haline getirdi bu kez de... Ve bu ilişki bir kez daha kimlik değiştirdi. Seni, bir başkasıyla birleştirdiğin hayatına uzaktan bakarak, kalbimi kıskançlığın lanetli hırsına teslim ederek, kısıtlı zamanlarda, gizli saklı buluşmalarda, o doyumsuz kaçamaklarda sevmeyi de öğrendim... Hasretinin o tarifsiz kokusu burnumu sızlatırken yapayalnız uyumayı da öğrendim. Yağmurlu İstanbul gecelerinde o baştan ayağa sen olan evimde kaderimle kıyasıya yaşamayı da öğrendim, sevgili...

O zamansız unutuluşun ardından yeniden hatırlanmanın sevinci, seni paylaşmaya boyun eğmenin ve hep gizliliğin gölgesinde kalacak olmanın acısına büründü. Uykunda soluğunun bir başka soluğa karıştığını bilerek geçirdiğim sayısız gecelerde, gururumu parça parça bölüp aşkıma kurban verdim. O tarifsiz ağrıyı uyuşturmak için ruhumdan, kimliğimden, kadınlık onurumdan vazgeçtim. Her şeye rağmen direnebilmek için kendimden vazgeçtim. Geriye dönüş kapılarını sonsuza kadar kapatmış oldum böylece. Ruhumdan kendimi kovup, tüm hücrelerime sadece aşkını yerleştirdim. İşte o andan itibaren, sensizlik artık bensizlik oldu sevgili...

Nasıl da telaşlı, nasıl da soluk soluğa yaşardık o kaçamak anları... Aşkımızın en karanlık, en gerçek, ama en yoğun anlarıymış onlar... Sensiz geçen gecelerde yüreğimde biriken kıskançlığın, öfkenin, kırgınlığın ve hasretin hummalı karanlığı, sana kavuştuğum anlarda sevinçten çıldırmanın eşiğinde tarifsiz bir hazza dönüşürdü... Nasıl da ateşliydi sevişmelerimiz... Sana yeniden dokunmak, sanki bulutlara öpücükler kondurmak gibiydi... Huzurla huzursuzluk, hasret ve kavuşma, aşk ve öfke, merhamet ve acımasızlık, kırgınlık ve bağışlama her şey ama her şey sevgimizin taşkın sularında birbirine karışırdı. İki kalbin bir ömre sığdırabileceği tüm duyguları biz o kısacık anlarda soluk soluğa yaşardık...

Sonra hayatını değiştirdin. Yeniden özgürlüğüne kavuştun. Ve bu ilişki bir kez daha biçim değiştirdi. Yıllardır bir savruluş halinde aramızdan akıp giden aşkımız, nihayet dingin, doygun ve emin bir sığınak bulmuştu kendine. O savruk yıllar bile koparamamıştı ya bizi birbirimizden, artık hiçbir şey bu aşkı yıkamazdı. İhanetlerin, unutuluşun, hayatın sınavından geçmişti aşkımız. Tam da birbirimizi hayattan çok uzakta, dokunulmaz bir boyutta sevdiğimize inanmaya başlamışken, dudaklarından dökülen o lanetli cümle korkularımı yeniden uyandırdı, geçmişi zamandan koparıp aramıza soktu yeniden: 'Varlığın artık bana acı vermiyor...'

Ah sevgilim, ayrılık trenini çoktan kaçırmadık mı biz? Bulup bulup kaybetme oyunlarını çoktan tüketmedik mi? O dünyevi aşk oyunlarından, kıskandırmalardan, kaçamaklardan çoktan vazgeçmedik mi? Birbirimizi en ağır ihanetlerde sınamadık mı? Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil... Sadece seni sevmek için yaşadım ben!

Senin için bir ilişkide girilebilecek bütün kimliklere bürünmedim mi? Önce aşkla değil kalbinin boşluğuyla tutunduğun bir can yoldaşıydım... Yüreğin bir başkasına kapılarını açtığında hayatından dışlanıp unuttuğun oldum sonra... Başka hayatlarda, başka ilişkilerde seni unutmaya çalışırken, belki de aslında sadece seni ararken kıskançlıktan deliye döndüğün oldum... Kalbime geri dönmek istediğinde gururumun gemilerini yakıp, metresin oldum... Vicdanın oldum senin... Merhametin oldum... Pişmanlığın oldum... Hazzın en sıradışı boyutlarını seninle paylaşan fahişen oldum... Arkadaşın oldum... Kardeşin oldum... Sevgilin oldum... Söylesene kaç kez biçim değiştirdi bu ilişki? Kaç kez kimlik değiştirdim seni sevebilmek için...

Anlamadın mı artık, varlığım sana acı vermek için değil. Sadece seni sevebilmek için yaşadım ben... Hala seninle geçireceğim anların telaşıyla tüketir gibi yaşıyorum sensiz geçen günlerimi. Yıllar geçti, hala seni görecek olmanın kalp çarpıntılarıyla, yalnız senin için giyiniyorum en güzel giysilerimi. Sen güzel bulasın diye geçiyorum aynaların karşısına.

Seninle geçen zaman bir daha tekrarı olmayan, doğaçlama bir melodi gibi benim için... Sanki birlikte yazılmış kaderimizin sayılı dakikalarından an çalıyorum. Öylece karşında oturup seni seyretmeyi, sana yemek hazırlamayı, seninle sohbet etmeyi, dostlarını ağırlamayı, seninle birlikte uyumayı, yani paylaştığımız ne varsa hepsini bir daha asla okuyamayacağım bir şiiri kelime kelime içime sindirir gibi, soluk soluğa hissederek yaşıyorum... Öyle birikmişsin ki içimde... Seni yaşamakla tüketmem, seni sıradanlaştırmam mümkün değil. İçime çektikçe çoğalıyorsun...

Şimdi varlığım her geçen dakika daha da daralan gizli bir çember örüyor etrafına. Her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor, biraz daha kanıksıyorsun beni... O peşini bırakmayan yaralı geçmişin aramıza korku duvarları örüyor. Hayatını tüm kalbimle kucakladığımı hissettiğim anda ansızın yüzünde beliren o eski kaygıların alıp seni benden çok uzaklara, derinlere, yalnızlık kuyularına sürüklüyor. Yeni isimler, yeni aşk öyküleri, başka yüzler, başka bedenlerle kaçış planları yapıyorsun kendine... Gece ansızın seni uyandıran, kolunu başımın altından çeken, seni yatağın ucuna kadar götüren, uykunu bölüp ayağa kaldıran ve bana hep o aynı soruyu sorduran bu korkular değil mi...: 'Sevgilim nereye gidiyorsun? '

Sevgilim nereye gidiyorsun? Orada ne var? Benliğini kıstırdığın duvarların arkasında soğuk, uçsuz bucaksız bir yalnızlıktan başka ne var? Neden kaçıyorsun? Neden bu aşkı sonsuzluğa, özgürlüğe, daha önce hiç yaşamadığın sınırsızlığa bir kapı olarak görmüyorsun? Ben senden gitme ihtimalini hiçbir zaman çalmaya yeltenmedim ki... Sevgim seni tüketmek değil, çoğaltmak içindi... Sevgim dünyanın yaşanılası bir yer olduğuna inanman, inanmamız içindi... Yüreğimizin çok derinlerinde yaşayan o iki masum çocuğun soluk alabilmesi için bir gökyüzüydü sevgim... Ben senin kanatlarını hiçbir zaman çalmadım ki...

Öyle çok reddedildim ki, öyle çok unutuldum ki senin tarafından, sensiz kalmak yüreğimi ezen tek korku artık. Öyle ki hayatım yalnız bir korku halinde ayakta duruyor şimdi... Korkumu gerçeğe büründürdüğün anda yıkılıp gideceğim. Her şeyi tükettim. Hayata tutunmak adına ne varsa her şeyi yaktım seni sevebilmek için... Tüm sabrımı, kendime ve insanlara güvenimi, sevginin hayatın tek harcı olduğuna olan inancımı... Artık senden başkasına verecek enerjim, sevgim ve hayatla hesaplaşacak bir benliğim kalmadı. Geriye dönüp sığınacak bir kendim kalmadı...

Şimdi bana varlığımın sana acı vermediğini söylüyorsun. Gitmemi istiyorsun, sonra yeniden gelmemi... Ve sonra yeniden gitmemi... Beni sensizliğin o dipsiz çukuruna önce sarkıtıp, sonra yeniden gün ışığına çıkarıyorsun. Sevgimi, yokluğumu hissettiğin yerde bulmak istiyorsun. Aşkımın benliğini ve hayatını ele geçirmesinden duyduğun o sebepsiz korkuyu yenmek için, bana seninleyken tekrarı olmayan bir şiiri hatırlatan zamanın, sana benimleyken gösterdiği monoton ve tüketici yüzünü yok etmek için oynadığın bir oyun bu belki de... Beni deliliğin sürgünlerine yollayıp, sonra yeniden kalbine çağırıyorsun.

Korkuyu beklemenin telaşı korkunun kendisinden çok daha ürkütücü biliyor musun? İşte bu yüzden sensizliğin karanlık kuyusuna kendi ellerimle bırakıyorum kaderimi. Korkuyu beklemekten vazgeçiyorum, ama asla seni sevmekten değil, sevgili... Sana veda etmeden kayboluşa karışmam da aslında sadece bunun için...

Madem varlığım acı vermiyor sana, madem ki ancak yokluğumda sevgimi hissedebiliyorsun, öyleyse yokluğumla kal sevgili... Madem ki yokluğumla daha mutlusun, o halde yokluk benim bu aşk için büründüğüm son kimlik olsun...
 
Cezmi Ersöz

20 Ağustos 2011 Cumartesi

İlk yazı

Blogspot açma derdinde olan biri olarak sonunda açtım evet benimde aklımdan geçeneler hislerim paylaşmak istediklerim var .
 Duygusal ve açık sözlü bir kişiliğim var biliyorum ilginç ama öyle . Depresif olunca her şey anlamsız geliyor belkide anlamsız olmayı seviyorumdur . Her şeye analam yükleyen insanlara gıcıklığım vardır . Bazı şeylerin anlamsız olması gerek . Yoksa Dünya çok sıkıcı olurdu . En basitinden aşık olmak . Anlamsızca sevmek gibi bir şey yok diye düşünüyorum .

 Bu yazımı ofisimde yazıyorum insanlar beni çalışıyor bilirken blog açtım ve ilk yazımı yazdım . Biliyorum kötü bir başlangıç . Neyse kaçsam iyi olacak